Baş ağrısı? Ateş? Kas ağrısı? “İki aspirin al ve sabaha bir şeyin kalmaz.” Hepimiz bu sözler ile büyüdük. Kuşkusuz günümüzde de hala günlük ağrı ve sızılar yaşadığımızda aklımıza ilk olarak aspirin almak geliyor. Gerçekten de dünyada en yaygın olarak kullanılan ilaçların başında aspirin gelir. Tıp tarihçileri de aspirinin doğum gününü, kimyager Dr. Felix Hoffmann’ın laboratuvarında aspirini sentezledigi 10 Ağustos 1897 olarak gösterir. Ancak aspirinin tarihi bundan çok daha öncesine uzanır.
“Aspirin” kelimesi adını ilacın ana bileşeni olan salisilik asidin doğal kaynaklarını içeren biyolojik bir çalı türü olan Spiraea’dan gelir. Günümüz aspirininde bulunana benzeyen bu asit, yasemin, fasulye, bezelye, yonca ve bazı ot ve ağaçlarda bulunabilir.
Spirea ulmaria Spirsäure’nin (salisilik asit) ve nihayetinde aspirinin Almanca karşılığıdır.
Salisilik asit, bir dizi ağacın kabuğunda ve bir dizi meyve, tahıl ve sebzede bulunan bir bitki özütünün ana bileşenidir. Tarihte salisilik asidin reçete edildiği ilk kaynak, MÖ 2000 yıllarına tarihlenen bir Sümer tabletidir. Sümerler, belirli bir ağaç türünün kabuğunu kazıyıp bu kabuğu yediklerinde ağrılarının dindiğini keşfetmişlerdi. Sümerlerin kabuğunu sıyırdıkları o ağaç söğüt ağacı idi.
Söğüt ağacı kabuğunun tedavi amaçlı kullanımına daha sonraları Antik Mısır’ın Ebers Tıp Papirüsü’nde rastlanmaktadır. Bu papirüste, “söğüt kabuğunun iltihap giderici ya da ağrı sızı yatıştırıcı olarak” kullanımından söz edilmektedir. Ayrıca 460-377 yılları arasında yaşayan Yunan hekim Hipokrat da söğüt yapraklarının ve kabuğunun ağrı ve ateşi azalttığını yazmıştır. Ancak modern dünyanın salisilik asidin potansiyelinin farkına varması 2 bin yıldan fazla zaman aldı.
Aspirin’in Yeniden Keşfedilişi
Söğüt ağacı kabuğunun belli hastalıkların tedavisinden kullanılabileceğini yeniden keşfetmek için uzun zaman beklemek zorunda kaldık. Sonunda 1763 yılında Londra Kraliyet Cemiyeti’nden Rahip Edward Stone ilk klinik çalışmayı yaptı. Sonrasında söğüt kabuğu tozunun sıtma ve diğer hastalıklara olan faydaları hakkında bir rapor yayınladı. İlerleyen süreçte İskoç doktor Thomas MacLagan, söğüt tozunun akut romatizma hastaları üzerindeki etkilerini inceledi. Devamında ateşi ve eklem iltihabını giderebileceğini gösterdi.
Bunun sonucunda da tüm dünyadaki kimyagerler, salisilik asidi sentetik olarak sentezleyebilmek için seferber oldu. 1828’de Münih Üniversitesi’nde profesör olan Johann Büchner, söğüt ağaçlarının tanenlerinden sarı bir madde izole etti. Sonrasında buna Latince söğüt anlamında olan salisin adını verdi. Salisin saf kristal bir formu 1829’da Fransız eczacı Henri Leroux tarafından izole edildi. Daha sonra da romatizma tedavisinde kullanıldı. 1800’lerin sonlarında, Almanya’daki Heyden Chemical Company ağrı ve ateş tedavisi için salisilik asit üretimine başladı. Fransız kimyager Charles Gerhardt ise 1853’te, salisilik asidin kimyasal yapısını ortaya çıkardı. Bunun devamında kimyasal olarak asetilsalisilik asit sentezledi.
Yarışı Kazanan Bayer Oldu
Söğüt ağacı kabuğunun ağrı kesici nitelikteki etkin maddelerden ilaç üretme yarışını ise Almanlar kazandı. Almanya’da bir boya imalat firması olan Friedrich Bayer and Company, odağını boya endüstrisinden ilaç üretimine kaydırmıştı. Bayer Şirketi zaten iyi bilindiği için, bir ilaç üreticisi olarak marka bilinirliğini kolayca gelişti. O sıralarda salisilik asidin uzun süre kullanımı sonucunda mide ve bağırsak sorunları gelişebileceği anlaşılmıştı. Bu konu hakkında araştıma yapması için Bayer, kimyagerlerinden biri olan Felix Hoffmann’ı görevlendirdi.
Genç Hoffmann’ın babası da hastalığı nedeniyle salisilik asit alıyordu. Ancak benzer rahatsızlıklar yaşıyordu. Bu nedenle konuyu detaylı bir biçimde araştırmaya başladı. Sonunda 10 Ağustos 1897 günü laboratuvarında tekrar asetilsalisilik asit sentezledi. Bu sayede Charles Gerhardt’ın öncül keşfini geliştirdi. Bu çalışmayı referans alan Bayer 1899’dan itibaren doktorlara bu bileşeni bir toz biçiminde dağıttı. İlaç zamanla günümüz tablet formunu aldı ve giderek kullanımı yaygınlaştı.
1948’de Kaliforniyalı doktor Dr. Lawrence Craven gözlemlerine dayanarak kalp krizi riskini azaltmak için günde bir aspirin içme fikrini ortaya attı. Sonrasında araştırmacılar Aspirin’in ağrı hissi ve inflamasyonun iletilmesinden sorumlu olan ve prostaglandin denen belirli kimyasalların üretimini durdurduğunu kanıtladı. Bu keşif onlara 1982 Nobel Tıp Ödülünü kazandırdı. Sonrasında, aspirinin pıhtılaşmaya yol açan kimyasalların üretimini de yavaşlattığı anlaşıldı.
Bugün kalp krizi veya inme geçirme riski olan hastalara aspirin tavsiye edilir. Çünkü beyne ve kalbe giden damarlarda pıhtı oluşması olasılığını azaltmaktadır. Günümüzde aspirin ile ilgili araştırmalara devam ediyor. Sümerlerin Söğüt ağacı hakkındaki gözlemlerinin bugünkü modern gelişmelere yön vermesi ise akla gelecek nesillere anılarını aktarmak için yazan Sümerli Ludingirra’nın şu sözlerini getiriyor.
“BİZİM UYGARLIĞIMIZ BELKİ BİNLERCE YIL SONRA YAŞAYAN İNSANLARA DA GEÇECEK.
BİZİM ATTIĞIMIZ TEMELLER ÜZERİNE YENİLERİNİ KOYACAKLAR.
AH ONLARDA BİZİ HATIRLAYIP BIRAKTIĞIMIZ KÜLTÜR MİRASI İÇİN TEŞEKKÜR EDEBİLSELER.”
Bizi Seçdiyiniz üçün təşəkkür edirik